رَّبُّ ٱلسَّمَـٰوَ ٰتِ وَٱلۡأَرۡضِ وَمَا بَیۡنَهُمَا وَرَبُّ ٱلۡمَشَـٰرِقِ ﴿٥﴾
O, göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların Rabbidir. O, doğuların da Rabbidir.
إِنَّا زَیَّنَّا ٱلسَّمَاۤءَ ٱلدُّنۡیَا بِزِینَةٍ ٱلۡكَوَاكِبِ ﴿٦﴾
Biz, en yakın göğü yıldızlarla süsledik.
لَّا یَسَّمَّعُونَ إِلَى ٱلۡمَلَإِ ٱلۡأَعۡلَىٰ وَیُقۡذَفُونَ مِن كُلِّ جَانِبࣲ ﴿٨﴾
Onlar, artık mele-i a'la'ya (yüce topluluğa) kulak veremezler. Her taraftan taşlanırlar.
دُحُورࣰاۖ وَلَهُمۡ عَذَابࣱ وَاصِبٌ ﴿٩﴾
Kovularak uzaklaştırılmış (olurlar) ve onlar için elem dolu bir azap vardır.
إِلَّا مَنۡ خَطِفَ ٱلۡخَطۡفَةَ فَأَتۡبَعَهُۥ شِهَابࣱ ثَاقِبࣱ ﴿١٠﴾
Ancak bir (söz) çalıp kapan olursa onu da parlak bir ateş izler.
فَٱسۡتَفۡتِهِمۡ أَهُمۡ أَشَدُّ خَلۡقًا أَم مَّنۡ خَلَقۡنَاۤۚ إِنَّا خَلَقۡنَـٰهُم مِّن طِینࣲ لَّازِبِۭ ﴿١١﴾
Şimdi onlara sor: “Yaratılış bakımından onlar mı daha zorlu, yoksa bizim yarattıklarımız mı?” Doğrusu biz onları, yapışkan bir çamurdan yarattık.
أَءِذَا مِتۡنَا وَكُنَّا تُرَابࣰا وَعِظَـٰمًا أَءِنَّا لَمَبۡعُوثُونَ ﴿١٦﴾
"Öldüğümüz, toprak ve kemik haline geldiğimiz zaman mı gerçekten biz mi diriltileceğiz?
قُلۡ نَعَمۡ وَأَنتُمۡ دَ ٰخِرُونَ ﴿١٨﴾
De ki: “Evet! Hem de siz aşağılanmış kimseler olarak (diriltileceksiniz).”
فَإِنَّمَا هِیَ زَجۡرَةࣱ وَ ٰحِدَةࣱ فَإِذَا هُمۡ یَنظُرُونَ ﴿١٩﴾
Çünkü o, korkunç bir sesten ibarettir. O zaman etrafa bakıp dururlar.
هَـٰذَا یَوۡمُ ٱلۡفَصۡلِ ٱلَّذِی كُنتُم بِهِۦ تُكَذِّبُونَ ﴿٢١﴾
“İşte bu, yalanlamakta olduğunuz hüküm ve ayırım günüdür.” denilir.
۞ ٱحۡشُرُواْ ٱلَّذِینَ ظَلَمُواْ وَأَزۡوَ ٰجَهُمۡ وَمَا كَانُواْ یَعۡبُدُونَ ﴿٢٢﴾
Zalimleri, onların eşlerini ve tapmakta olduklarını toplayın.
مِن دُونِ ٱللَّهِ فَٱهۡدُوهُمۡ إِلَىٰ صِرَ ٰطِ ٱلۡجَحِیمِ ﴿٢٣﴾
Allah'tan başka (ibadet etmiş olduklarını) Cehennem yoluna iletin!
قَالُوۤاْ إِنَّكُمۡ كُنتُمۡ تَأۡتُونَنَا عَنِ ٱلۡیَمِینِ ﴿٢٨﴾
"Siz, bize sağdan geliyordunuz." derler.
قَالُواْ بَل لَّمۡ تَكُونُواْ مُؤۡمِنِینَ ﴿٢٩﴾
Diğerleri de derler ki: "Hayır! Siz iman eden kimseler değildiniz."
وَمَا كَانَ لَنَا عَلَیۡكُم مِّن سُلۡطَـٰنِۭۖ بَلۡ كُنتُمۡ قَوۡمࣰا طَـٰغِینَ ﴿٣٠﴾
Bizim sizin üzerinizde zorlayıcı bir gücümüz yoktu. Fakat siz, zaten azgın bir toplum idiniz.
فَحَقَّ عَلَیۡنَا قَوۡلُ رَبِّنَاۤۖ إِنَّا لَذَاۤىِٕقُونَ ﴿٣١﴾
Artık Rabbimizin hakkımızdaki sözü gerçekleşti. Kesinlikle biz onu (azabı) tadacağız.
فَأَغۡوَیۡنَـٰكُمۡ إِنَّا كُنَّا غَـٰوِینَ ﴿٣٢﴾
Evet! Sizi saptırdık. Çünkü biz de sapkın kimseler idik.
فَإِنَّهُمۡ یَوۡمَىِٕذࣲ فِی ٱلۡعَذَابِ مُشۡتَرِكُونَ ﴿٣٣﴾
Hiç şüphe yok ki, o gün onlar azapta ortaktırlar.
إِنَّهُمۡ كَانُوۤاْ إِذَا قِیلَ لَهُمۡ لَاۤ إِلَـٰهَ إِلَّا ٱللَّهُ یَسۡتَكۡبِرُونَ ﴿٣٥﴾
Çünkü onlar, kendilerine; "Allah’tan başka (hak) ilah yoktur." denildiği zaman büyüklenirlerdi.
وَیَقُولُونَ أَىِٕنَّا لَتَارِكُوۤاْ ءَالِهَتِنَا لِشَاعِرࣲ مَّجۡنُونِۭ ﴿٣٦﴾
"Bir mecnun şair için ilahlarımızı terk mi edeceğiz?" derlerdi.
بَلۡ جَاۤءَ بِٱلۡحَقِّ وَصَدَّقَ ٱلۡمُرۡسَلِینَ ﴿٣٧﴾
Hayır! O, hakkı getirdi ve peygamberleri doğruladı.
وَمَا تُجۡزَوۡنَ إِلَّا مَا كُنتُمۡ تَعۡمَلُونَ ﴿٣٩﴾
Siz ancak işlediklerinizin karşılığı ile cezalandırılırsınız.
یُطَافُ عَلَیۡهِم بِكَأۡسࣲ مِّن مَّعِینِۭ ﴿٤٥﴾
Etraflarında pınardan (doldurulmuş) kadehler dolaştırılır.
لَا فِیهَا غَوۡلࣱ وَلَا هُمۡ عَنۡهَا یُنزَفُونَ ﴿٤٧﴾
Onda ne baş dönmesi vardır, ne de ondan dolayı sarhoş olurlar.
وَعِندَهُمۡ قَـٰصِرَ ٰتُ ٱلطَّرۡفِ عِینࣱ ﴿٤٨﴾
Yanlarında bakışlarını yalnız kendilerine çevirmiş iri gözlü eşler vardır.
قَالَ قَاۤىِٕلࣱ مِّنۡهُمۡ إِنِّی كَانَ لِی قَرِینࣱ ﴿٥١﴾
İçlerinden biri; "Benim bir arkadaşım vardı." der.
یَقُولُ أَءِنَّكَ لَمِنَ ٱلۡمُصَدِّقِینَ ﴿٥٢﴾
Bana derdi ki: "Sen gerçekten tasdik edenlerden misin?"
أَءِذَا مِتۡنَا وَكُنَّا تُرَابࣰا وَعِظَـٰمًا أَءِنَّا لَمَدِینُونَ ﴿٥٣﴾
"Ölüp toprak ve kemik haline geldiğimiz zaman yeniden mi diriltileceğiz?"
قَالَ تَٱللَّهِ إِن كِدتَّ لَتُرۡدِینِ ﴿٥٦﴾
"Allah’a yemin ederim ki, sen neredeyse beni de helâk edecektin!" der.
وَلَوۡلَا نِعۡمَةُ رَبِّی لَكُنتُ مِنَ ٱلۡمُحۡضَرِینَ ﴿٥٧﴾
"Eğer Rabbimin nimeti olmasaydı, şimdi ben de (Cehennem'e) getirilenlerden olurdum."
إِلَّا مَوۡتَتَنَا ٱلۡأُولَىٰ وَمَا نَحۡنُ بِمُعَذَّبِینَ ﴿٥٩﴾
"Nasıl, ilk ölümümüzden başka ölmeyecek miymişiz?Bize azap edilmeyecek miymiş?"
أَذَ ٰلِكَ خَیۡرࣱ نُّزُلًا أَمۡ شَجَرَةُ ٱلزَّقُّومِ ﴿٦٢﴾
(Nimet olarak) Bu mu daha hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı?
طَلۡعُهَا كَأَنَّهُۥ رُءُوسُ ٱلشَّیَـٰطِینِ ﴿٦٥﴾
Tomurcukları (ürünleri) sanki Şeytanlar'ın başları gibidir.
فَإِنَّهُمۡ لَـَٔاكِلُونَ مِنۡهَا فَمَالِـُٔونَ مِنۡهَا ٱلۡبُطُونَ ﴿٦٦﴾
İşte onlar, bundan yerler ve karınlarını onunla doldururlar.
ثُمَّ إِنَّ لَهُمۡ عَلَیۡهَا لَشَوۡبࣰا مِّنۡ حَمِیمࣲ ﴿٦٧﴾
Sonra, onlar için üzerine kaynar su katılmış içki vardır.
إِنَّهُمۡ أَلۡفَوۡاْ ءَابَاۤءَهُمۡ ضَاۤلِّینَ ﴿٦٩﴾
Onlar; babalarını, atalarını sapık kimseler olarak bulmuşlardı.
وَلَقَدۡ ضَلَّ قَبۡلَهُمۡ أَكۡثَرُ ٱلۡأَوَّلِینَ ﴿٧١﴾
Andolsun ki, onlardan önce eski milletlerin çoğu dalâlete düştü.
وَلَقَدۡ أَرۡسَلۡنَا فِیهِم مُّنذِرِینَ ﴿٧٢﴾
Andolsun ki, onlar arasında uyarıp, korkutanlar göndermiştik.
فَٱنظُرۡ كَیۡفَ كَانَ عَـٰقِبَةُ ٱلۡمُنذَرِینَ ﴿٧٣﴾
Uyarılanların sonlarının nasıl olduğuna bir bak!
وَلَقَدۡ نَادَىٰنَا نُوحࣱ فَلَنِعۡمَ ٱلۡمُجِیبُونَ ﴿٧٥﴾
Andolsun, Nuh bize seslenmişti de ne güzel icâbet etmiştik!
وَنَجَّیۡنَـٰهُ وَأَهۡلَهُۥ مِنَ ٱلۡكَرۡبِ ٱلۡعَظِیمِ ﴿٧٦﴾
Onu ve ailesini o büyük sıkıntıdan kurtarmıştık.
وَتَرَكۡنَا عَلَیۡهِ فِی ٱلۡـَٔاخِرِینَ ﴿٧٨﴾
Sonradan gelenler arasında onun için (güzel bir) nam bıraktık.
إِنَّا كَذَ ٰلِكَ نَجۡزِی ٱلۡمُحۡسِنِینَ ﴿٨٠﴾
Biz, iyilik yapan ihsan sahiplerini işte böyle ödüllendiririz.
إِذۡ جَاۤءَ رَبَّهُۥ بِقَلۡبࣲ سَلِیمٍ ﴿٨٤﴾
Hani O, Rabbine (şirkten) selamette olan bir kalp ile gelmişti.
إِذۡ قَالَ لِأَبِیهِ وَقَوۡمِهِۦ مَاذَا تَعۡبُدُونَ ﴿٨٥﴾
Hani o, babasına ve kavmine; “Neye ibadet ediyorsunuz?” demişti.
أَىِٕفۡكًا ءَالِهَةࣰ دُونَ ٱللَّهِ تُرِیدُونَ ﴿٨٦﴾
"Allah’tan başka uydurma ilahlar mı istiyorsunuz?"
فَرَاغَ إِلَىٰۤ ءَالِهَتِهِمۡ فَقَالَ أَلَا تَأۡكُلُونَ ﴿٩١﴾
Bunun üzerine gizlice onların ilahlarına varıp; “Yemek yemiyor musunuz?” dedi.
قَالَ أَتَعۡبُدُونَ مَا تَنۡحِتُونَ ﴿٩٥﴾
İbrahim onlara: "Ellerinizle yonttuğunuz şeylere mi ibadet ediyorsunuz?" dedi.
وَٱللَّهُ خَلَقَكُمۡ وَمَا تَعۡمَلُونَ ﴿٩٦﴾
Oysa sizi de, yapmakta olduklarınızı da Allah yaratmıştır.
قَالُواْ ٱبۡنُواْ لَهُۥ بُنۡیَـٰنࣰا فَأَلۡقُوهُ فِی ٱلۡجَحِیمِ ﴿٩٧﴾
"Onun için bir bina yapın, onu alevli ateşin içine atın!" dediler.
فَأَرَادُواْ بِهِۦ كَیۡدࣰا فَجَعَلۡنَـٰهُمُ ٱلۡأَسۡفَلِینَ ﴿٩٨﴾
Böylece ona bir tuzak kurmak istediler. Biz de onları en aşağılık kimseler kıldık.
وَقَالَ إِنِّی ذَاهِبٌ إِلَىٰ رَبِّی سَیَهۡدِینِ ﴿٩٩﴾
Dedi ki: "Ben Rabbime gideceğim. O, beni doğru yola iletecektir."
فَلَمَّا بَلَغَ مَعَهُ ٱلسَّعۡیَ قَالَ یَـٰبُنَیَّ إِنِّیۤ أَرَىٰ فِی ٱلۡمَنَامِ أَنِّیۤ أَذۡبَحُكَ فَٱنظُرۡ مَاذَا تَرَىٰۚ قَالَ یَـٰۤأَبَتِ ٱفۡعَلۡ مَا تُؤۡمَرُۖ سَتَجِدُنِیۤ إِن شَاۤءَ ٱللَّهُ مِنَ ٱلصَّـٰبِرِینَ ﴿١٠٢﴾
Ne zaman ki o babasının yanı sıra yürümeye başlayınca dedi ki: “Oğulcağızım, gerçekten ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum. Bak, artık sen ne düşünürsün?” Dedi ki: “Babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın.”
فَلَمَّاۤ أَسۡلَمَا وَتَلَّهُۥ لِلۡجَبِینِ ﴿١٠٣﴾
Böylece her ikisi de (Allah’ın emrine) boyun eğip, İbrahim de onu (boğazlamak için) alnı üstü yere yatırdı.
قَدۡ صَدَّقۡتَ ٱلرُّءۡیَاۤۚ إِنَّا كَذَ ٰلِكَ نَجۡزِی ٱلۡمُحۡسِنِینَ ﴿١٠٥﴾
Sen rüyanı gerçekten tasdik ettin. Biz, iyileri böyle mükâfatlandırırız.
وَتَرَكۡنَا عَلَیۡهِ فِی ٱلۡـَٔاخِرِینَ ﴿١٠٨﴾
Sonradan gelenler arasında onun için (güzel bir) nam bıraktık.
كَذَ ٰلِكَ نَجۡزِی ٱلۡمُحۡسِنِینَ ﴿١١٠﴾
Biz, iyilik yapan ihsan sahiplerini işte böyle ödüllendiririz.
وَبَشَّرۡنَـٰهُ بِإِسۡحَـٰقَ نَبِیࣰّا مِّنَ ٱلصَّـٰلِحِینَ ﴿١١٢﴾
Biz ona, salihlerden bir peygamber olarak İshak'ı müjdeledik.
وَبَـٰرَكۡنَا عَلَیۡهِ وَعَلَىٰۤ إِسۡحَـٰقَۚ وَمِن ذُرِّیَّتِهِمَا مُحۡسِنࣱ وَظَالِمࣱ لِّنَفۡسِهِۦ مُبِینࣱ ﴿١١٣﴾
Onu ve İshak’ı mübarek kıldık. İkisinin soyundan iyi davranan da var, açıkça kendi nefsine zulmetmekte olan da.
وَلَقَدۡ مَنَنَّا عَلَىٰ مُوسَىٰ وَهَـٰرُونَ ﴿١١٤﴾
Andolsun ki, biz Musa'ya ve Harun'a da lütufta bulunduk.
وَنَجَّیۡنَـٰهُمَا وَقَوۡمَهُمَا مِنَ ٱلۡكَرۡبِ ٱلۡعَظِیمِ ﴿١١٥﴾
Onları ve kavimlerini, o büyük sıkıntıdan kurtardık.
وَنَصَرۡنَـٰهُمۡ فَكَانُواْ هُمُ ٱلۡغَـٰلِبِینَ ﴿١١٦﴾
Onlara yardım ettik. Böylece üstün gelenler onlar oldular.
وَتَرَكۡنَا عَلَیۡهِمَا فِی ٱلۡـَٔاخِرِینَ ﴿١١٩﴾
Sonradan gelenler arasında o ikisi için (güzel bir) nam bıraktık.
إِذۡ قَالَ لِقَوۡمِهِۦۤ أَلَا تَتَّقُونَ ﴿١٢٤﴾
Halkına şöyle demişti: “Siz korkup sakınmaz mısınız?”
أَتَدۡعُونَ بَعۡلࣰا وَتَذَرُونَ أَحۡسَنَ ٱلۡخَـٰلِقِینَ ﴿١٢٥﴾
"Yaratıcıların en iyisini bırakıp Ba’l (adlı puta) mi ibadet ediyorsunuz?"
ٱللَّهَ رَبَّكُمۡ وَرَبَّ ءَابَاۤىِٕكُمُ ٱلۡأَوَّلِینَ ﴿١٢٦﴾
Sizin Rabbiniz de, geçmiş atalarınızın da Rabbi Allah'tır.
فَكَذَّبُوهُ فَإِنَّهُمۡ لَمُحۡضَرُونَ ﴿١٢٧﴾
Onu yalanladılar, bundan dolayı gerçekten onlar, (azap için getirilip) hazır bulundurulacak olanlardır.
إِذۡ نَجَّیۡنَـٰهُ وَأَهۡلَهُۥۤ أَجۡمَعِینَ ﴿١٣٤﴾
Hani biz onu ve aile halkını birlikte kurtarmıştık.
وَإِنَّكُمۡ لَتَمُرُّونَ عَلَیۡهِم مُّصۡبِحِینَ ﴿١٣٧﴾
Siz, sabah vakti onların (diyarından) muhakkak geçip gidiyorsunuz.
وَبِٱلَّیۡلِۚ أَفَلَا تَعۡقِلُونَ ﴿١٣٨﴾
Ve geceleyin (de onlara uğruyorsunuz). Yine de akıllanmayacak mısınız?
فَٱلۡتَقَمَهُ ٱلۡحُوتُ وَهُوَ مُلِیمࣱ ﴿١٤٢﴾
Derken onu balık yutmuştu, o kınanır bir davranışta bulunmuştu.
لَلَبِثَ فِی بَطۡنِهِۦۤ إِلَىٰ یَوۡمِ یُبۡعَثُونَ ﴿١٤٤﴾
İnsanların tekrar diriltilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı.
۞ فَنَبَذۡنَـٰهُ بِٱلۡعَرَاۤءِ وَهُوَ سَقِیمࣱ ﴿١٤٥﴾
Biz de onu, hasta bir halde boş bir alana/sahile attık.
وَأَنۢبَتۡنَا عَلَیۡهِ شَجَرَةࣰ مِّن یَقۡطِینࣲ ﴿١٤٦﴾
Üzerine kabak türünden (gölge yapması için) bir ağaç bitirdik.
وَأَرۡسَلۡنَـٰهُ إِلَىٰ مِاْئَةِ أَلۡفٍ أَوۡ یَزِیدُونَ ﴿١٤٧﴾
Sonra da onu, yüz bin kişiye hatta daha fazlasına gönderdik.
فَـَٔامَنُواْ فَمَتَّعۡنَـٰهُمۡ إِلَىٰ حِینࣲ ﴿١٤٨﴾
Sonunda ona iman ettiler. Biz de onları bir süreye kadar yararlandırdık.
فَٱسۡتَفۡتِهِمۡ أَلِرَبِّكَ ٱلۡبَنَاتُ وَلَهُمُ ٱلۡبَنُونَ ﴿١٤٩﴾
Şimdi onlara sor: “Kız çocukları Rabbinin, erkek çocukları da kendilerinin midir?”
أَمۡ خَلَقۡنَا ٱلۡمَلَـٰۤىِٕكَةَ إِنَـٰثࣰا وَهُمۡ شَـٰهِدُونَ ﴿١٥٠﴾
Yoksa biz melekleri dişi olarak yarattık da onlar buna şahit mi oldular?
أَلَاۤ إِنَّهُم مِّنۡ إِفۡكِهِمۡ لَیَقُولُونَ ﴿١٥١﴾
İyi bilin ki onlar iftiralarından dolayı derler ki:
وَلَدَ ٱللَّهُ وَإِنَّهُمۡ لَكَـٰذِبُونَ ﴿١٥٢﴾
“Allah doğurdu.” (diyorlar) Şüphesiz onlar elbette yalancıdırlar.
فَأۡتُواْ بِكِتَـٰبِكُمۡ إِن كُنتُمۡ صَـٰدِقِینَ ﴿١٥٧﴾
Eğer doğru söylüyorsanız, haydi kitabınızı getirin.
وَجَعَلُواْ بَیۡنَهُۥ وَبَیۡنَ ٱلۡجِنَّةِ نَسَبࣰاۚ وَلَقَدۡ عَلِمَتِ ٱلۡجِنَّةُ إِنَّهُمۡ لَمُحۡضَرُونَ ﴿١٥٨﴾
Onlar, kendisiyle (Allah ile) cinler arasında bir soy-bağı kurdular. Andolsun ki, melekler de (bunu söyleyenlerin) hesap yerine götürüleceklerini bilirler.
وَمَا مِنَّاۤ إِلَّا لَهُۥ مَقَامࣱ مَّعۡلُومࣱ ﴿١٦٤﴾
(Melekler der ki:) “Bizden her birimiz için belli bir makam vardır.”
لَوۡ أَنَّ عِندَنَا ذِكۡرࣰا مِّنَ ٱلۡأَوَّلِینَ ﴿١٦٨﴾
“Eğer yanımızda öncekilerden bir zikir (kitap) bulunmuş olsaydı.”
لَكُنَّا عِبَادَ ٱللَّهِ ٱلۡمُخۡلَصِینَ ﴿١٦٩﴾
“Gerçekten bizler de, Allah'ın muhlis olan kullarından olurduk.”
فَكَفَرُواْ بِهِۦۖ فَسَوۡفَ یَعۡلَمُونَ ﴿١٧٠﴾
Fakat ona (iman etmeyip) kâfir oldular, ileride (küfürlerinin akıbetini) bilecekler.
وَلَقَدۡ سَبَقَتۡ كَلِمَتُنَا لِعِبَادِنَا ٱلۡمُرۡسَلِینَ ﴿١٧١﴾
Andolsun, peygamber olarak gönderilen kullarımız hakkında şu sözümüz geçmişti:
وَأَبۡصِرۡهُمۡ فَسَوۡفَ یُبۡصِرُونَ ﴿١٧٥﴾
(Başlarına geleceğini) gözetle. Nitekim onlar da yakında görecekler.
فَإِذَا نَزَلَ بِسَاحَتِهِمۡ فَسَاۤءَ صَبَاحُ ٱلۡمُنذَرِینَ ﴿١٧٧﴾
Fakat (azap) onların sahasına indiği zaman, uyarılıp korkutulanların sabahı pek de kötü olacak!
وَأَبۡصِرۡ فَسَوۡفَ یُبۡصِرُونَ ﴿١٧٩﴾
Ve (başlarına geleceği) gözetle. Nitekim onlar da yakında görecekler.
سُبۡحَـٰنَ رَبِّكَ رَبِّ ٱلۡعِزَّةِ عَمَّا یَصِفُونَ ﴿١٨٠﴾
Üstünlük (izzet) sahibi Rabbin onların nitelemelerinden münezzehtir.